Osman Nuri Topbaş Hocaefendinin Yazıları (Altınoluk dergisi)



ALTINOLUK DERGİSİNDE YAYINLANAN MAKALELER


Şâh-ı Nakşibend(kuddise sirruh) – 2
2011 - Haziran, Sayı: 304,
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:

“Ehlullah’tan mânevî zuhûrat ve tulûatları karşısında firâset ve dirâyet sahibi olanlar, o hâlleri (fiilî kıstas olarak) şer‘î ölçülerle mîzân ederler. Eğer bu hâller şer‘î ölçülere uygun ise onlara îtimâd edip izhâr ederler, tatbikāta geçirirler. Fakat kendilerinde vukû bulan bu hâller şer‘î ölçülere aykırı ise onlara îtibâr etmez, ilgi ve alâka göstermezler.
Hak Dostlarındn Hikmetler Şâh-ı Nakşibend –1-kuddise sirruh-
2011 Mayıs Sayı 303
Muhammed Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in gönül âleminden nasipli yüreklere aksede aksede günümüze kadar teselsül eden irşad nûruna vâris olmuş, büyük bir Allah dostu… Üstelik Efendimiz (s.a.v.)’e nisbeti yalnızca mânen değil. O, aynı zamanda Seyyid, yani Efendimiz (s.a.v.)’in pâk nesebinden…
Âlemlere Rahmet Hazret-i Muhammed -sallâllahu aleyhi ve sellem-
2011 - Nisan, Sayı: 302,
Allah Teâlâ, en sevgili kulu ve Rasûlü olan Efendimiz (s.a.v.) hakkında; “(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107) buyuruyor. Hakîkaten O’nun bütün âlemleri kuşatan “rahmet” vasfını kâmil mânâda idrâk edebilmek de, ifâde edebilmek de beşer tâkatiyle mümkün değil.
Hak Dostlarından Hikmetler -Şeyh Sâdî (kuddise sirruh) 3-
2011 Mart Sayı 301
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Düşman, her hileye başvurup âciz kalarak bir şey elde edemeyince dostluk göstermeye başlar. Ondan sonra da dostluk adı altında öyle şeyler yapar ki, düşman yapamaz.”
[İnsanın en büyük iki düşmanı vardır. Biri iblis, diğeri ise kendi içindeki nefsidir. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle buyurmaktadır:
“Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (ez-Zuhruf, 62)
“…Şüphesiz ki nefis, aşırı şekilde kötülüğe sevk eder...” (Yûsuf, 53)
Nefs ve şeytan, hak yoldan saptırmak, günah ve isyanlara sürüklemek için bir mü’mini kandıramayınca, taktik değiştirerek bu defa sûret-i haktan görünürler. Nitekim şu âyet-i kerîme, İblis’in Cenâb-ı Hakk’a bir hitâbını şöyle haber vermektedir.
Hak Dostlarından Hikmetler -Şeyh Sâdî (kuddise sirruh)-2
Yıl: 2011 Ay: Şubat Sayı: 300
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Halkın, Kâbe örtüsüne yüz sürdüğünü ve onu öptüğünü görüyorsun. O ipek örtü, zâhiren ipek böceğinin kozasından yapıldığı için şöhret ve îtibar bulmadı. Lâkin bir müddet, mukaddes Kâbe duvarında bulundu da, onun için aziz oldu.”
[Allah katında makbul bir varlığa yakınlık, cansız varlıklara bile bir kıymet kazandırmaktadır. Şüphesiz ki bu kâide, varlıkların en mütekâmili ve şereflisi olan insanoğlu için, çok daha fazla geçerlidir.
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe 119) buyurmaktadır.
Bütün insanlar, beden olarak birbirlerinin aynısı veya benzeridir. Fakat iç âlemleri; muhabbet, ülfet ve ünsiyet ettikleri kişilerin şahsiyet ve karakterine göre bir mâhiyet kazanır. Sâlih ve sâdıklarla beraber olan bir kimse, istîdâdı nisbetinde onların rûhâniyetinden feyz alır. Kendisi ne kadar kusurlu olursa olsun, samimiyetle sevip yakın olduğu, âidiyet ve mensûbiyet duyguları içinde bulunduğu makbul ve mûteber kimselerden dolayı bir değer kazanır.
Hak Dostlarının Örnek Ahlakından –38- -Şeyh Sâdî (kuddise sirruh)
Yıl: 2011 Ay: Ocak Sayı: 299
Bundan önceki yazımızda, kalplerin huzura ermesi, incelik ve hassâsiyet kazanması için gönülleri hikmetlerle ihyâ etmenin lüzûmunu ifâde etmiş ve Mevlânâ Hazretleri’nin hikmetli nasihatlerinden birkaç misal vermiştik. Bu yazımızda da Şeyh Sâdî-i Şîrâzî’nin hikmetli söz ve nasihatlerine yer vereceğiz.
Şeyh Sâdî, 13. asırda yaşamış bir gönül insanıdır. Yirminin üzerinde eser kaleme almış olmakla birlikte, bilhassa Mevlânâ Hazretleri’nin üslûbunu hatırlatan Bostan ve Gülistan adlı hikemî eserleriyle tanınmıştır. Âlim ve edib bir mutasavvıf olan Şeyh Sâdî; ilim, irfan, ibâdet ve cihadla dolu, bir asırlık ömrün ardından, doğduğu yer olan Şîraz’da vefât etmiştir.
Şeyh Sâdî’nin Gülistan adlı eserinde naklettiği, kendisinin nasıl bir mânevî terbiye ve irşâd ile yetiştiğinin de işâretlerini veren şu hâtırası, ne kadar hikmetlidir:
Hak Dostlarından Hikmetler -Hz. Mevlânâ (kuddise sirruh)-1
Yıl: 2010 Ay: Aralık Sayı: 298
İnsanın dünyâ ve ukbâ saâdeti, hayatında ruh ve beden âhengini temin edebilmesiyle mümkündür. Bedenin maddî gıdâya ihtiyacı olduğu gibi, rûhun da mânevî gıdâya ihtiyacı vardır. Rûhun en feyizli gıdâsı ise “hikmet”tir. Hikmet ehlinin söz ve davranışlarını tefekkür etmek, tıpkı bereketli nisan yağmurlarının toprağa bahar aşısı yapması gibi, ruhların da âb-ı hayat katreleriyle ihyâ olmasına vesîledir. Bu hakîkati Hazret-i Ali (r.a.) ne güzel ifâde buyurur:
“Nükteli ve hikmetli söz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur.”
“İnsanları, düşündürücü hikmetli sözlerle îkaz edin ki, kalpleri huzur bulsun.”
Boş ve mâlâyânî sözler, insanı rûhâniyetten uzaklaştırdığı gibi, hikmetli sözler de ruhlara huzur ve ferahlık verir. Gündelik hayatın med-cezirleri / iniş-çıkışları içinde bunalan akıl ve kalp, hikmetli sözlerle uyanır, huzur bulur, hakîkatlere karşı âgâh hâle gelir.
Hikmete vukuf bakımından insanlığın zirvesinde yer alan peygamberlerin umûmî mânâda üç vazifesi vardır:
Bayram ve Kurban
Yıl: 2010 Ay: Kasım Sayı: 297
Dünya, ezel ile ebed arasında rûhun bir gurbet diyârıdır. Bayramlar­sa, kâh sürûr, kâh keder tecellîleriyle akıp giden zaman içinde, Rabbimizin kullarına lûtfettiği, kardeşlik, sevinç ve neşe günleridir. Kullukta sebâtın, Allah yolunda fedâkârlığın bir mükâfâtıdır.
Bununla birlikte bayramlar, aslâ tâtil ve eğlence gibi ferdî sevinç ve mutluluk günleri değildir. Bayramlar, umûmun sevincidir. İnsan tek başına, ferdî olarak bayram yapamaz. Yani tek başına bir bayram namazı, tek başına bir bayramlaşma düşünülemeyeceği gibi, sırf kendi şahsının veya kendi âilesinin mutluluğuna hasredilmiş bir bayram da düşünülemez.
Bilâkis bayramlar, gönül kazanma seferberliğidir. Sıla-i rahimde bulunmak, İslâm kardeşliğini toplum sathında yaşatmak, dargınları barıştırmak, yoksulları, kimsesizleri, hasta ve muzdaripleri sevindirmek gibi nice mesʼûliyetlerimizin zirve seviyede îfâsına vesîle olan mübârek günlerdir.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından – 36 Âhiret Hazırlığı ve Kabir Ziyaretleri
Yıl: 2010 Ay: Ekim Sayı: 296
İnsanlar ve cinler için bir imtihan mekânı olarak yaratılan bu dünya, ilâhî hikmet ve kudret nakışlarının, ibret dolu bir sergisidir. Son insanla bu serginin hükmü de nihâyete erecektir. Yani kâinat, her şeyiyle fânîdir. Var edilen her varlık yokluğa, dünyaya gelen her canlı da ölüme mahkûmdur. En isyankâr ve inkârcı insanlar bile, günün birinde Cenâb-ı Hakk’ın bu umûmî fermânına -ister istemez- boyun eğmek zorundadır.
Fakat ezelî ve ebedî olan Allâh’ın bizzat yaratıp müstesnâ kâbiliyetler ihsân ettiği insan, aslâ fânîliği istemez, dâimâ ölümden kaçıp sonsuzluğu arar. Bu arayış, onun yaratılışının derinliklerine nakşolmuş en köklü husûsiyetlerden biridir. Bundan dolayıdır ki dünya hayatı boyunca fânîlik kafesine hapsolmuş bulunan insanın kendi içinde çözmeyi arzuladığı en mühim mesele, “ölüm muammâsı” olagelmiştir.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 35 TEVESSÜL
Yıl: 2010 Ay: Eylül Sayı: 295
Seven, sevdiğine kavuşmak için her fırsatı canına minnet bilir, her yola başvurur. Sevdiğinin muhabbet ve hoşnutluğuna erebilmek için bütün imkânları değerlendirir, bu uğurda hiçbir fırsatı kaçırmak istemez.
Gönlü îman muhabbetiyle dolu bir Hak âşığı da, kendisini Hakk’ın rızâsına ve yakınlığına kavuşturacak olan her vesîleye tevessül eder, yani büyük bir aşk ve şevkle sarılır. Zira bunu bizzat Rabbimiz emretmektedir:
“Ey îmân eden­ler! Al­lah’tan kor­kun ve O’na yak­laş­maya ve­sî­le ara­yın!..” (el-Mâide, 35)

Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -34- Sâlihlerle Beraberlikte TEBERRÜK Ufku
2010 - Ağustos, Sayı: 294
Bir müʼmin için Hak dostları ve sâlihlerle beraber ve hemhâl olabilmek, tâlihlerin en büyüklerindendir. Hak dostlarını ve mâneviyat ehlini tanıyıp onların yakınlığına nâil olmak ve yine onların huzurlarında ve çevrelerinde bulunup onların hâl ve davranışlarındaki feyiz ve rûhâniyetten istifâde etmek, Cenâb-ı Hakkʼın büyük bir lûtfudur, şükrü gerektiren müstesnâ bir nîmetidir.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından – 33 – Zikrullah -2
2010 - Temmuz, Sayı: 293
İnsan, muhabbet duyduğu varlığa râm olur. Onu her an gönlünün en mûtenâ yerinde taşır. Düşüncesi, hayâli, fikri ve zikri onunladır. Zâhiren ayrı olmak bile onun için fazla bir şey ifâde etmez. Zira rûhen dâimâ onunla beraber yaşar. Nitekim bu hakîkati beyan sadedinde; “Yanımdaki Yemen’de, Yemen’deki yanımda…” buyrulmuştur.

Meselâ çocuğuna aşırı muhabbet duyan bir kişi, her fırsatta çocuğundan bahsederek kendisini tatmin eder. Mesleğine çok düşkün biri de, işiyle alâkalı mevzûları konuşmaktan haz duyar. Sevdiği şeyleri andıkça, onlara olan muhabbet ve düşkünlüğü daha da artar.

Mü’minin gönlü de kâmil bir îman muhabbetiyle dolduğunda Rabbinin ismi onda dâimî bir zikir hâline gelir. Zikir, onun için âdeta bir âb-ı hayat/can suyu olur. Nasıl ki bir balık, sudan ayrı yaşayamazsa, o da zikirsiz huzur bulamaz. Onun nazarında zikir; yemek, içmek ve teneffüs etmek kadar vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -32- Zikrullah - 1
2010 - Haziran, Sayı: 292
Hak dostlarından Üftâde Hazretleri, birgün müridleriyle bir kır sohbetine çıkar. Emri üzerine bütün dervişler, kırın rengârenk çiçeklerle bezenmiş yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirirler. Ancak Aziz Mahmud Efendi’nin elinde sapı kırılmış, solgun bir çiçek vardır yalnızca...

Diğer müridlerin neşeyle elindekileri takdîminden sonra, Aziz Mahmud Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstâdına takdîm eder.

Üftâde Hazretleri, diğer müridlerini de irşad maksadıyla, onların meraklı bakış­ları arasında, sanki işin sır ve hikmetinden bî-habermiş gibi sorar:

“–Evlâdım Mahmud! Herkes demet demet çiçek getirdiği hâlde, sen niçin sapı kırık, solgun bir çiçek getirdin?”

Kadı Mahmud edeple başını önüne eğerek cevap verir:

“–Efendim! Size ne takdim etsem azdır. Lâkin hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu «Allah, Allah!» diyerek Rabbini zikreder bir hâlde buldum. Gönlüm onların zikirlerine mânî olmaya râzı gelmedi. Çâresiz ben de elimdeki, zikrine devam edemeyen, şu solgun çiçeği getirmek zorunda kaldım…”
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından – 31 İlâhî Ahlâkı Yaşamak – 2
2010 - Mayis, Sayı: 291
Bundan önceki yazımızda, gerçek bir mü’min için, istîdat ve tâkati ölçüsünde Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarıyla vasıflanmanın ehemmiyetini belirtmiş ve o sıfatlardan bâzılarına dâir îzahlarda bulunmuştuk. Bu yazımızda da, diğer bâzı cemâlî sıfatlardan bahisle mevzûmuza devam edeceğiz:

el-VEDÛD…

Rabbimizin el-Vedûd ism-i şerîfi, “çok seven” ve “çok sevilen” mânâlarına gelmektedir. Cenâb-ı Hak, kâinâtı muhabbet sebebiyle yaratmıştır. Eğer kâinatta bu ilâhî sıfatın tecellîlerinden bir nasip olmasaydı, kimse kimseyi sevemez; hiçbir anne, yavrusuna bakamazdı. Rabbimiz, sonsuz rahmetinin bir eseri olarak mahlûkâtını muhabbet bağıyla birbirine kenetlemiştir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere, Cenâb-ı Hak rahmetinin yüzde birini yeryüzüne indirmiştir. Bir ana atın süt emzirirken yavrusuna eziyet vermemek için ayağını yukarı kaldırması bile, bu yüzde birlik ilâhî rahmettendir.1

Dolayısıyla yaratılmış varlıklardaki bütün rahmet esintilerinin mutlak menbaı, Cenâb-ı Hak’tır. Bu gözle baktığımızda kâinatta ilâhî muhabbetin eseri olan sayısız tecellîlerle karşılaşırız. Görünüşleriyle tüyler ürperten yılanların, yavrularını müşfik bakışlarıyla büyütmesi; akreplerin, yavrularını sırtlarında taşıması; en vahşî hayvanların bile yerine göre engin bir muhabbet kucağı hâline gelebilmesi, muhakkak ki, yüce Yaratıcımız’ın “el-Vedûd” sıfatından bir te­cel­lî­dir.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –30 İlâhî Ahlâkı Yaşamak-1
2010 - Nisan, Sayı: 290,
Kâinat, ilâhî hakîkatlerin tahsil edildiği bir dershâne; imtihan olunmak üzere dünyaya gönderilmiş olan cinler ve insanlar da, bu dershânenin talebeleri mesâbesindedir. Bu dershânedeki mânevî tahsil, son nefese kadar devam edecek, neticede insanoğlu, müsbet veya menfî amelleriyle toprağın sînesindeki yerini alacaktır.

Rabbimiz, bu dünyaya geliş ve buradan da ukbâya geçişin sır ve hikmetini lâyıkıyla idrâk edip hayatımızı ona göre tanzim edebilmemiz için, pek çok ilâhî beyanla bizleri irşâd etmektedir. Nitekim O’nun Kur’ân-ı Kerîm’den ilk emri; “Yaratan Rabbinin adıyla oku!”1dur. Bu âyetle murâd edilen en geniş mânâ ise;

Mü’minin, öncelikle Kur’ân’ı, kâinâtı, hâdisâtı ve bizzat kendi yaratılışını tefekkür edip bu ilâhî kudret akışları karşısında duygu ve fikir derinliğine varabilmesi, ardından da bütün bunların, zâhirî sebeplerle perdelenmiş esmâ-i ilâhiyye terkiplerinden ibâret olduğu idrâkine erebilmesidir. Son olarak da, hayatını bu hakîkatler ışığında şekillendirebilmesidir. Böylece gönlünü Hakk’ın cemâlî esmâsının müstesnâ bir tecellîgâhı kılabilme gayretiyle, yeryüzünde Allâh’ın şâhidi olarak, İslâm’ın nezâket, zarâfet ve güler yüzünü davranışlarında sergileyebilmesidir.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından – 29 İLÂHÎ AHLÂK İLE AHLÂKLANMAK
2010 - Mart, Sayı: 289,
Sahâbeden Hakîm bin Hizâm t, Hazret-i Hatîce vâlidemizin akrabâsı idi. Cömert, müşfik, hayr u hasenât sâhibi biriydi. Câhiliye devrinde kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan onları satın alır, hayatlarını kurtarır ve himâye ederdi. Müslüman olduktan sonra bir gün Rasûlullah r’e:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, câhiliye devrinde yaptığım hayırlar var: Sadaka vermek, köle âzâd etmek, sıla-i rahim yapmak gibi… Bunlara mukâbil bana ecir verilir mi?” diye sordu.

Fahr-i Kâinât Efendimiz r şöyle buyurdu:

“–Sen zâten, daha önceden yaptığın bu iyiliklerin hayrına İslâm’la şereflendin!” (Buhârî, Zekât 24, Büyû 100, Itk 12, Edeb 16; Müslim, Îmân, 194-196)

Demek oluyor ki güzel ahlâk, Hak katında, îman şerefine nâiliyetin bir bedeli sayılabilecek kadar muazzam bir kıymeti hâizdir. Bizler meccânen, yani bir bedel ödemediğimiz hâlde, lûtfen ve keremen İslâm nîmetiyle şereflendik. Bu yüzden îmânımızın bedelini ödemek için, Rabbimizin bu sonsuz lûtfuna şükrâne olarak, İslâm ahlâkını şahsiyetimizde en zarif bir şekilde temsil etmek durumundayız.
Hak Dostlarının Örnek Ahlakından –28-Yaratan’dan Ötürü Yaratılanlara Merhamet
2010 - Subat, Sayı: 288
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, bir mü’minin sahip olması gereken kalbî derinlik ve inceliği bir hikâye ile şöyle îzah eder:

“Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki, âşıklar aşkı unuttu. Gök, yere öyle cimri oldu ki, bir damla bile yağdırmadı. Ekinler, dudaklarını bile ıslatamadı. Ne kadar pınar varsa kurudu. Yoksulların gözyaşlarından başka hiç su kalmadı.

Vaziyet böyle iken, bir gün yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hâlbuki zengin, kudretli, şan ve şeref sahibi, hem de cüsseli bir insandı. Hâlini görünce şaştım; ona sordum:

«–Ey güzel huylu dostum; ne oldu, nasıl bir felâkete uğradın? Gördüğüm bu zayıf, bitkin ve kederli hâlinin sebebini anlat bana!..» dedim.

Dostum benim bu sözlerime üzüldü, hayret içinde şöyle dedi:

«–Dostum! Kederimin sebebini bilmiyorsan, bu ne gaflet! Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son raddeye vardı. Ne gökten yere yağmur iniyor, ne yerden göğe, âh edenlerin feryâdı çıkıyor!»
Hak Dostlarının Örnek Ahlakından –27- Gönlü Rahmet Dergahı Kılmak
Yıl: 2010 - Ay: Ocak - Sayı: 287
İslâm’ın hikmet ve hakikatlerinden mahrum bir insan, dünya hayatının imtihan hâdiseleri içinde, sürekli değişen şartlar sebebiyle, rûhâniyet ve nefsâniyet arasında bocalar durur. Bu hâliyle o tıpkı;

Karanlık, fırtınalı ve girdaplı bir okyanustaki dümeni kırık bir gemi gibidir. Rûhunun muhtaç olduğu mânevî rotayı kaybetmiş olduğundan, nefsin hangi girdabında helâk olacağı, meçhuller arasındadır.

Hayat yolculuğunun girift koridorlarında dolaşan insanın, kulluk haysiyet ve şerefini kaybetmemesi, ebedî saâdetini mahvetmemesi ve diğer taraftan da İslâm’ın incelik ve zarâfetini idrâk edebilmesi için tâkip etmesi gereken yolu, sırf âciz aklıyla keşfedebilmesi mümkün değildir. Bu ebediyet yolculuğunda ilâhî irşad kânunlarının hükümranlığına ve rehberliğine şiddetle ihtiyaç vardır.

Bütün yaratıklar, hayatlarını sürdürebilmek için beslenmeye mecburdurlar. Bunun gibi insan da hayatta, madde ve mânâ dengesi içinde, doğru bir yol tutabilmek için, aklını selîm hâle getirmeye, kalbini Kur’ân ve Sünnet’in nûru ile beslemeye, velhâsıl ilâhî terbiye altına girmeye mecburdur.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –26-İbret Nazarıyla Okumak
Yıl: 2009 - Ay: Aralık - Sayı: 286
Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’den ilk emri “Oku!”dur. Kâinattaki her varlık ve her hâdise, ârif gönüller için okunup anlaşılması gereken bir hikmet dersidir. Kullukta asıl mesele de “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1) emr-i ilâhîsi muktezâsınca, bu okuma istîdâdını kazanabilmektir. Esas tahsil budur. Yani her şeyde ilâhî hikmetleri okuyabilme meziyetini elde ede­bilmektir.

Kur’ân-ı Kerîm gibi kâinat da gönül gözüyle okunmak için beşeriyete takdîm edilmiş ilâhî bir beyan mûcizesidir. Onun her zerresi, hikmet ve hakîkatlerin bir nevî zarfı hükmündedir. Kâmil ve ârif bir mü’minin vazîfesi, bu zarfları açarak mazrûfu, yani içindeki ilâhî mesajları, sır ve hikmetleri okuyup lâyıkıyla idrâk edebilmektir.

Kur’ân-ı Kerîm’deki birçok âyet-i kerîme de bizleri, bu zarfların içindeki hikmet derslerini okumaya davet hâlindedir. Bunlardan birinde şöyle buyrulur:

“Şüphesiz göklerde ve yerde mü’minler için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve Allâh’ın muhtelif canlıları yeryüzüne yaymasında, kesin ola­rak inanan kimseler için ibretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allâh’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve yeri ölümünden sonra onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kulla­nan toplum için dersler vardır.” (el-Câsiye, 3-5)
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -25- Tefekkür
Yıl: 2009 - Ay: Kasım - Sayı: 285
KALPLER HANTALLAŞMASIN!..

Bazı kimseler Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne gelerek:

“–Yâ Şeyh! Gönlümüz gaflet uykusundadır; öyle ki, artık hiçbir sözün tesiri olmuyor. Ne olur, bizi uyandırmak için siz bir nasihatte bulunsanız…” dediler.

Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurdu ki:

“–Keşke sizin gönlünüz uyuyor olsaydı... Çünkü uyuyan kişi tez uyanır. Fakat sizin gönlünüzün ölmüş olmasından korkarım! Zira ne zamandır uyandırmak isterim de hiç yerinden kımıldamaz!”

Bu ifâdeler karşısında dehşete kapılan o şahıslar:

“–Yâ Şeyh! Bu hükmünüzle bizi korkutuyorsunuz.” dediler.

Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurdu ki:

“–Eğer bugün korkarsanız, yarın kıyâmet günü emîn olursunuz. Vay o kişinin hâline ki, bugün burada korkulması îcâb eden (emir ve yasaklar)dan korkmaz!..” (Tezkiretü’l-Evliyâ)

Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -24- İbâdet Vecdiyle Yaşamak
Yıl: 2009 - Ay: Ekim - Sayı: 284
Ramazan’daki ibâdetlerimizin kabûlünün delîli; Ramazan’dan sonraki hâl ve istikâmetimizdir…

Cenâb-ı Hak, mübârek günleri ve bilhassa Ramazân-ı şerîfi, kulluk hayatımızı gözden geçirerek eksiklerimizi telâfî etmemiz, iyiliklerimizi daha da artırmamız için husûsî fırsatlar olarak lutfetmiştir. Bu gibi rûhânî fırsat demlerinde gündüzleri oruçla, Kur’ân tilâvetiyle, hayır-hasenatla; geceleri de teheccüd, tefekkür, zikir, şükür, duâ ve istiğfarla ihyâ etmemize büyük ecirler vaad etmiştir.

Aslında bu gibi zamanlara verilen bu ilâhî teşvikler, Hak Teâlâ’nın biz kullarına ömrümüz boyunca yaşamamızı emrettiği makbul bir ibâdet hayatının temelini teşkil edecek mâhiyettedir. O mübârek zamanlarda kazanılan ibâdet vecdini ve yüksek kulluk kıvâmını bütün bir yıla yayabilmemiz için mânevî bir eğitimdir.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –23-Şükür
Yıl: 2009 - Ay: Eylül - Sayı: 283
Allah için dost olan Şakîk-i Belhî ile İbrahim bin Edhem Hazretleri’nin, birbirlerini irşâd için yaptıkları bir gönül sohbeti esnâsında Şakîk-i Belhî Hazretleri sorar:

“–Geçim husûsunda ne yaparsınız?”

İbrahim bin Edhem:

“–Bulunca şükreder, bulamayınca sabrederiz!..” der.

Şakîk-i Belhî Hazretleri:

“–Bunu, Horasan’ın köpekleri de yapar!” deyince, bu defa İbrahim bin Edhem sorar:

“–Ya siz ne yaparsınız?”

Şakîk-i Belhî Hazretleri şu cevabı verir:

“–Bulursak şükredip infâk eder, bulamadığımızda yine şükredip sabrederiz.”
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –22- Hiçlik
Yıl: 2009 - Ay: Ağustos - Sayı: 282
“Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaratan!”

İnsan, bütün mahlûkat gibi, henüz ismi bile anılmayan, hiçbir şey değil iken, Allâh’ın lutf u keremiyle “Kün! / Ol!” emr-i ilâhîsine mazhar olmuş ve böylece “hiçlik”ten, yani “yokluk”tan “varlık” âlemine çıkarılmıştır.

Yine insan, “var” olabilmek için hiçbir bedel ödememiş, yani meccânen, sırf lutf-i ilâhî ile var edilmiştir.

Üstelik “ahsen-i takvîm / en güzel bir kıvam” ile ya­ratılıp müstesnâ istîdatlarla donatılarak “eşref-i mahlûkât” yani sayısız “varlıkların en şereflisi” kılınmıştır. Dolayısıyla insanın Hâlık’ına karşı sonsuz bir şükür borcu vardır.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –21- Maiyyet Allah ile Beraberlik
Yıl: 2009 - Ay: Temmuz - Sayı: 281
Maiyyet; Allah -c.c.- ile beraberliğin yüksek bir şuur ve idrak hâlinde kalpte yaşanmasıdır. Hak Teâlâ’nın her an bizimle olduğunu bilerek, düşünerek ve hissederek, hareketlerimizi ona göre tanzim etmektir.

Bu şuur ve idrak, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna en büyük lutfudur. Zira bu hâl, kulun Rabbiyle dost olmasıdır. Dostluk, sevenin sevilende kendi husûsiyetlerini görmesinden kaynaklanır. Cenâb-ı Hak’la dostluğa nâil olabilmek için de, O’ndan uzaklaştırıcı her şeyden arınan kalbin, Rahman, Rahîm, Afüv, Gafûr gibi cemâlî sıfatlarla vasıflanması îcâb eder.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –20- Kur’ân Ehli Olmak
Yıl: 2009 - Ay: Haziran - Sayı: 280
Kur’ân âyetleri, 23 senelik nebevî hayatı ilmek ilmek dokuyan ilâhî mesajlar sûretinde peyderpey nâzil olmuştur. Her nâzil olduğunda da Allah Rasûlü J Efendimiz’i ve O’nun can yoldaşları olan ashâb-ı güzîni, bâzen târifsiz bir sürûra, bâzen dehşete ve her hâlükârda takvâya sevk etmiştir. Allah Teâlâ’dan gelen bu mesajlarla, mü’minlerin mâneviyatları takviye olmuş, azimleri artmış, gönüllerindeki îman muhabbeti ve heyecanı zirveleşmiştir.

Sahâbe efendilerimiz için vahyin nüzûlü, gökten inen ve tadına doyum olmayan, ilâhî bir ziyâfet sofrasıydı. Ne zaman bir âyet nâzil olduğunu duysalar, hemen o ilâhî ziyâfete iştiyakla koşar, büyük bir heyecan içinde; “Acaba Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı nerededir?” suâlinin cevabını, yeni gelen tâlimatlardan öğrenmeye çalışırlardı.

Abdullah ibn-i Mes’ûd d anlatıyor:

“Bir sahâbî, (akşam) evine geldiğinde hanımı ona ilk önce şu iki suâli sorardı:

«–Bugün Kur’an’dan kaç âyet nâzil oldu?»

«–Allah Rasûlü J Efendimiz’in hadislerinden ne kadar ezberledin?..»” (Abdülhamîd Keşk, Fî Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26)
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –19- Hz. Peygamber’e Muhabbetle İtaat
Yıl: 2009 - Ay: Mayıs - Sayı: 279
Dînin; aşk, vecd, huzur ve lezzet ile yaşanabilmesi için, Kur’ân ve Sünnet’in hayatın her safhasına yaygınlaştırılması zarûrîdir. Böyle bir rûhânî tekâmül için en mühim vesîle de, kalbin “muhabbet” ile donanmasıdır. Zira muhabbet; itaati ve fedakârlığı beraberinde getirir. Gönüller arasındaki mânevî cereyan hattı da, ancak muhabbet sâyesinde tesis edilebilir.

Sahâbe-i kiramdan Enes bin Mâlik d anlatıyor:

Rasûlullah J Efendimiz’e bir adam geldi ve:

“–Yâ Rasûlâllah! Kıyamet ne zamandır?” diye sordu. Efendimiz J :

“–Kıyamet için ne hazırladın?” buyurunca o da:

“–Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini…” cevabını verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah J Efendimiz:

“–Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdular.

Enes d bu rivâyetin devamında der ki:

“İslâm’a girmekten başka hiçbir şey, bizi Allâh’ın Nebîsi’nin; “Öyleyse sen, sevdiğinle beraber olacaksın.” sözü kadar sevindirmemiştir. İşte ben de Allâh’ı ve Rasûlü’nü, Ebû Bekir’i ve Ömer’i seviyorum. Her ne kadar onların yaptıklarını yapamadıysam da, onlarla beraber olmayı ümîd ediyorum.” (Müslim, Birr, 163)
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –18- Hz. Peygamber’i Kalben Tanımak
Yıl: 2009 - Ay: Nisan - Sayı: 278
Bir derviş, ârif bir zâta sorar:

“–Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri mi, Bâyezid-i Bistâmî Hazretleri mi daha büyüktür?”

O zât şu cevabı verir:

“–Bu iki velî arasındaki fazîlet büyüklüğünü tâyin edebilmek için onlardan daha büyük bir velî olmak lâzımdır...”1

Yâni Allah dostlarının fazîlet ufkunu tam olarak kavrayabilmek, değme idraklerin kârı değildir. Beşerî idrak, Allâh’ın velî kulları hakkındaki fazîlet takdîrinden bile âciz iken, Allâh’ın Habîbi’nin kadr u kıymetini ne kadar takdîr edebilir ki?..

Acabâ kelimelerin mahdut imkânları ile yazılan bütün sîret kitapları, Hakîkat-i Muhammediyye’nin kaçta kaçını ifâde edebilir?!. Üstelik O’nu anlatmaya kalkan her kalem, sahibinin gönlündeki muhabbet nisbetinde bir ifâde kudretine sahip iken...
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –17- Âhireti Dünyaya Tercih
Yıl: 2009 - Ay: Mart - Sayı: 277
Her mü’min, kendisinden iyilik gördüğü bir kimseye îmânı gereği minnet duyar, teşekkür ve duâ eder. İmkân bulduğunda ise ona daha güzel bir şekilde mukâbele etmek ister. İkrâm edilen bir bardak su bile, nezâketen teşekkürü îcâb ettirir.

Âyet-i kerîmede:

“Allâh’ın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız…” (en-Nahl, 18) buyrulmaktadır. Şüphesiz ki bu nîmetlerin en büyüğü “îman”dır. Her nîmetin bir bedeli ve mukâbili olduğu gibi, îman nîmetinin mukâbili de, hamd, şükür, zikir, ihlâs ve takvâ üzere bir kulluk hayatı yaşamaktır.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –16- Fânîliğini Unutmamak
Yıl: 2009 - Ay: Şubat - Sayı: 276
Dünya imtihanında aşılması gereken en büyük engellerden biri “iblis”, diğeri ise “nefs”tir. Nefs, umûmiyetle insanın mâruz kılındığı menfî temâyülleri akla getirir. Nefsânî menfîliklerin pek çoğu da, insanın tabiatında bulunan “fânîliğe isyan” ve “bâkî olma” arzusundan kaynaklanır.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -15- Edep ve Nezâket
Yıl: 2009 - Ay: Ocak - Sayı: 275
Edep, insanı diğer mahlûkattan farklı kılan bir husûsiyettir. İnsan; edep, nezâket, zarâfet ve takvâsı ile Hak katında kıymet kazanır. Bu sebepledir ki Hak dostlarının güzel vasıfları arasında edep ve nezâket fazîletlerinin müstesnâ bir yeri vardır. Nitekim nice mâneviyat büyükleri de tasavvufu, “güzel ahlâk ve edepten ibâret” görmüşlerdir.

Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –14- Kur’ân’ın Telkîn Ettiği Konuşma Üslûbu
Yıl: 2008 - Ay: Aralık - Sayı: 274
Îman; Allâh’a samîmî bir muhabbetle bağlılıktır. Mü’minin Allâh’a vuslat yolunda en büyük sermâyesi, muhabbetidir. Fakat davranışlara intikal etmeyip sözde kalan bir muhabbet, tek başına kâfî değildir. Muhabbetin kâmil neticesi, edebe riâyetle elde edilebilir. Edep ise, rûha ferahlık veren bir gül kokusu gibidir. O kokunun, mü’minin gönül dokusuna güzelce nüfûz etmesi ve hayatının her safhasında hissedilmesi îcâb eder. Ne zaman ki davranışların hâkim vasfı edep, nezâket ve zarâfet hâline gelir, bu aynı zamanda îmânın kemâlinin de tescîli demektir. Zîrâ Hak dostu Mevlânâ’nın ifâdesiyle: “Aklım, kalbime; «Îmân nedir?» diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek dedi ki: «Îmân, edepten ibârettir!»”
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –13- Muhabbet ve Buğzda Samîmiyet
Yıl: 2008 - Ay: Kasım - Sayı: 273
Allâh’ı ve O’nun sevdiklerini sevmek kadar, O’nun sevmediklerinden kalben uzaklaşmak da îmânın bir sıhhat şartıdır. Hakka ve hayra duyulan muhabbet nisbetinde onun zıddı olan bâtıl ve şerre nefret ve muhâlefet hissi taşımamak, îmandaki zaaf ve kusurun bir göstergesidir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Her kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için vermekten uzak durursa îmânını kemâle erdirmiş olur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 60)
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –12- Allah İçin Muhabbet ve Buğz
Yıl: 2008 - Ay: Ekim - Sayı: 272
Muhabbet, sevenin sevdiğinde kendi özelliklerini görmesinden kaynaklanır. Cenâb-ı Hak, bir kulunda kendi cemâlî sıfatlarını gördüğü nisbette o kulunu sever. Yâni bir mü’min, Allah ve Rasûlü’nün emir ve tavsiye buyurduğu güzel ahlâk ile ahlâklandığı nisbette ilâhî muhabbete nâil olur.

Bu âlemde her şey zıddıyla kâimdir. Muhabbetin zıddı nefret olduğundan, Allâh’ın sevmediklerinden nefret etmek de, O’nu sevmenin en tabiî ölçüsüdür.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –11- Kardeşliğin İhyâsı
Yıl: 2008 - Ay: Eylül - Sayı: 271
Cenâb-ı Hak bütün mü’minleri kardeş ilân etmiş, kardeşliğin şart ve vecîbelerini beyân etmek için de Peygamber Efendimiz’i biz kullarına numûne-i imtisal kılmıştır. Sahâbe-i kirâm ve Hak dostlarını da, kardeşlik ruh ve şuurunun zamanlara yayılan zirveleri eylemiştir. Dünyâda yalnızca mü’minlere bahşedilen bu müstesnâ saâdet hazînesini muhâfaza etmek, mü’minlerin en mühim vazîfelerindendir. Zîrâ lâyıkıyla sahip çıkılmayan kıymetler, zamanla elden çıkar.

Kardeşlik cevherini muhâfaza etmek; onu şefkat, merhamet, nezâket ve mes’ûliyet şuuruyla yaşamaya bağlıdır. Bu hususta ihmâl ve gaflet göstermek, mü’minlerin arasını bozmak için fırsat kollayan şeytana kapı aralamaktır. Bu fırsatı yakalayan şeytan -aleyhillâne-ise, mü’minlerin nefsâniyetlerini tahrik ederek birbirlerine darılmalarını teminde gecikmez.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –10- Kardeşlik
Yıl: 2008 - Ay: Ağustos - Sayı: 270
İslâm kardeşliği, Allâh’ın mü’minler arasına koyduğu öyle ulvî bir hukuktur ki, lâyıkıyla riâyet edildiğinde, ecri muhteşemdir. Fertlerin ve toplumun huzur, sürur ve saâdet kaynağıdır. Yine İslâm kardeşliği; bütün mü’minleri gönlün muhabbet iklîmine alabilmek, samîmî ve candan bir dost olabilmek, kardeşinin sevinciyle sevinip derdiyle dertlenmek, zor zamanında tesellî kaynağı olup gerektiğinde nefsinden fedâkârlıkta bulunabilmektir.

Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Allâh’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehîd de değildirler, fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler imrenerek bakacaklardır.”
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -9- Hayırda Acele Etmek
Yıl: 2008 - Ay: Temmuz - Sayı: 269
Cenab-ı Hak Asr Suresi'nde "zaman"a yemin ederek dikkatlerimizi ömrümüzün keyfiyeti üzerinde yoğunlaştırmamızı arzu etmektedir.

Zaman, iki uçlu bir bıçak gibidir. Kitap ve Sünnet'in ruhaniyeti içinde değerlendirilirse cennete vuslat vesîlesidir. Diğer taraftan nefsine râm olanlar için, sanki akıp giden bir sel gibidir ki, bu selin içinde sürüklenen âvâre bir kütük olmamak îcâb eder.

Geçip giden zamanı bir daha geri almak mümkün değildir. Zaman biriktirilemez, borç alınıp verilemez, satın alınamaz. İnsan bütün varlığını fidye olarak verse, ecel senedinin vâdesini bir sâniye bile uzatamaz, takdim veya tehir edemez.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -8- İnfakta İhlas
Yıl: 2008 - Ay: Haziran - Sayı: 268
İhlâs; kullukta samîmiyet ve niyet temizliğidir. Takvâ ile ihlâs, birbirinden ayrılmayan kulluk sırlarıdır ki, âdeta aynı mânânın farklı şekillerde ifâdesi gibidir. Kulun Rabbi ile kalpte buluşması, yâni merhamet, şefkat, affedicilik, hilim gibi cemâlî sıfatların kalpte tecellî etmesidir. Mü’minin her hâlinde, her davranışında, hattâ her nefesinde Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını aramasıdır.

Kalpler ihlâstan mahrum olduğunda, kul nefsânî menfaatlerine râm olmaya başlar. Bu râm oluşun nihâî noktası ise, kalben bile olsa, Allah’tan gayrısına kul olma hamâkatidir. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Hevâ (ve heveslerini) kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? (Rasûlüm!) ona Sen mi vekil olacaksın?” (el-Furkân, 43) buyrulmaktadır.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -7- İnfak Âdâbı
Yıl: 2008 - Ay: Mayıs - Sayı: 267
Tasavvufun özüne ve gâyesine nazar ettiğimizde; onun rûhânî inkişafta esas vâsıtasının “muhabbet”, bu terakkîdeki zirvesinin de “âdâb” yâni edepler olduğunu görürüz. Bu itibarla mü’min, gönlünün merkezini Allah ve Rasûlü’ne tahsis edebildiği nisbette ilâhî vuslata nâiliyet yolundadır. Bunun en büyük alâmeti de, nebevî ahlâk ile ahlâklanmaktır.

Nebevî ahlâkın özünü, yüksek bir “edep duygusu” oluşturur. Nitekim sahâbe-i kirâmın ifâdesine göre Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha fazla hayâ sâhibi idi. Yine O, sahip olduğu edebi ifâde sadedinde; “Beni Rabbim edeplendirdi ve edebimi de güzel kıldı.” buyurmuştur. (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 12)
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -6- Cömertlik ve İnfak
Yıl: 2008 - Ay: Nisan - Sayı: 266
Îmânın ilk meyvesi merhamettir. Merhametin en belirgin alâmeti ve en olgun tezâhürü de “infak”tır. İnfak, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. Beşeriyetin fazîlet zirveleri olan peygamberler ve onların vârisleri olan âlimler, ârifler ve velîlerin hayatları, sayısız merhamet ve infak menkıbeleriyle doludur.

Hayırda Yarışın...
Hak Dostlarının Örnek Ahlakından –5- Tebessüm
Yıl: 2008 - Ay: Mart - Sayı: 265
Dünyâ hayatı, kâh sevinç kâh hüzün, binbir med-cezirler içinde devam edip gider. Gönül öyle bir misafirhânedir ki, orada yaşanan elem ve ıztıraplar da, sevinç ve mutluluklar da birer misafir hükmündedir. Hiçbiri dâimî ve kalıcı değildir. Bu yüzden mü’minin hâdiseler karşısında aşırı sevinç veya aşırı hüzne kapılarak fânî hayatın huzur ve îtidâlini gereksiz yere bozmaması îcâb eder.

Mükemmel bir örnek şahsiyet olarak insanlığa armağan edilen Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatı, çileler ve ıztıraplar manzûmesidir. Nitekim kendisi bu hâlini; “…Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım…” buyurarak ifâde etmiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -4- Kötülüğe İyilikle Mukabele Etmek
Yıl: 2008 - Ay: Şubat - Sayı: 264
Yüce dînimiz İslâm’ın her bir prensibi, îmânın hayata aksedişinden ibâret olan ahlâkî güzellikler manzûmesidir. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” buyurmuşlardır. (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8)

Kâmil bir mü’min olabilmemiz için, İslâm’ın emrettiği ahlâk ölçülerinde derinleşip onları hayatımızın her safhasına aksettirebilmemiz îcâb eder. Aksi hâlde insanlık haysiyetimizi zedelemiş ve ebedî saâdetimizi ziyân etmiş oluruz.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -3- / Câhil ve Nâdanlara Sabır ve Tahammül
Yıl: 2008 - Ay: Ocak - Sayı: 263
Hayır ve şer, hak ve bâtıl, doğru ve eğri, insan idrâkinde örnekler sayesinde netliğe kavuşur. Kur’ân ve Sünnet’in feyiz ve rûhâniyetiyle yaşayan Hak dostları da, bizler için fiilî bir kıstas, yâni canlı birer örnektir. Kendi hâlimizi dâimâ onların hâliyle mîzân etmeli, onlar gibi feyz ve rûhâniyetle dolu bir gönle sahip olmaya gayret göstermeliyiz.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -2- / Îsar
Yıl: 2007 - Ay: Aralık - Sayı: 262
Îsar, peygamberlere ve Hakk’ın velî kullarına mahsus, fedâkârlık ve cömertliğin zirvesi olan bir haslettir. Nefsinden fedâkârlık yaparak, hakkından vaz geçerek, kendinin de muhtaç olduğu bir hakkı veya imkânı, diğer bir mü’mine devredebilmektir. Her hâlükârda kendinden önce din kardeşinin huzur ve saâdetini düşünebilmektir. Yâni benlikten diğergâmlığa geçip “önce ben” yerine “önce o” diyebilmektir.
Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından -1- / Tevazu
Yıl: 2007 - Ay: Kasım - Sayı: 261
İnsanı insan yapan, onu aslî cevheriyle tanıştıran, varlığının esas gâyesine ulaştıran ve neticede insanlıkta kemâle erdiren sır; îman zemîninde neşv ü nemâ bulan “güzel ahlâk”tır.

İnsanın asıl yücelik, olgunluk, fazîlet ve kıymeti, ahlâkî seviyesi nisbetindedir. Bu cihanda Hak Teâlâ’nın sevip râzı olduğu bir kulu olabilmek, mânen olgunlaşmayı gerekli kılar. Bu olgunlaşmanın yolu da “mânevî terbiye”den geçer.
Rûhânî Bir Hayat Terbiyesi: Ramazan-ı Şerif
Yıl: 2007 - Ay: Ekim - Sayı: 260
Rabbimiz, kullarının ebedî saâdeti için; hayat takviminde, ilâhî rahmet, af ve mağfiretin âdeta tuğyân ettiği birtakım mânevî kazanç mevsimleri tâyin buyurmuştur. Bu mevsimlerin en bereketlisi, hiç şüphesiz ki Ramazân-ı Şerîf’tir.
Tefekkür
Yıl: 2007 - Ay: Eylül - Sayı: 259
Tefekkür, sadece insana değil, bütün mahlûkata verilmiş, hayâtî bir kâbiliyettir. Bu kâbiliyeti, her varlık kendi dünyası içinde ve kendi yaratılışına uygun bir şekilde kullanır. Ağırlık merkezi de daha ziyade ten ve nefsâniyet plânına âittir. Yiyip içmek, daha iyi, daha rahat yaşayabilmek ve nesli devam ettirebilmek gibi hususlar ön plândadır. Bunun için bir yırtıcı mahlûkun tefekkürü, ancak avını parçalayıp mîdesini doyurmaya yöneliktir. Bunun dışında onun hayat, kâinat ve istikbâle dâir herhangi bir düşünce ve endişesi yoktur. Zaten ona verilen tefekkür kâbiliyeti de, ancak bu kadarına kâfî gelir.
Mes’ûliyet
Yıl: 2007 - Ay: Ağustos - Sayı: 258
İnsan, yaratılanların en şereflisi ve cihânın en güzîde ziynetidir. Cenâb-ı Hak, insanoğluna diğer mahlûkâtına vermediği sayısız nîmet ve kâbiliyetler lutfetmiştir. Bu müstesnâ ihsan ve ikramlarına mukâbil, onu mes’ûliyet sâhibi bir varlık kılmıştır.
Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-‘un İnfak Edebi
Yıl: 2007 - Ay: Temmuz - Sayı: 257
Merhum pederim Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-, her vesîleyle bizlere çok kıymetli nasihatlerde bulunurdu. Bu nasihatlerde en çok üzerinde durduğu husus, infaktı, yani Allâh’ın ihsân ettiği nîmetleri, O’nun rızâsı istikâmetinde cömertçe sarf edebilmekti.
Hak ve Adâlet - 2 -
Yıl: 2007 - Ay: Temmuz - Sayı: 257
İçinde yaşadığımız bu muazzam kâinât, tesâdüfen meydana gelmemiştir. Nefsânî arzuların menfaat sahası olarak da yaratılmamıştır. Ancak yüce bir gaye ve maksat için yaratılmış ve bu çerçevede insanoğlu için bir imtihan mekânı kılınmıştır. Dolayısıyla cihanın da insanın da yaratılışı, abes değil; yani sebepsiz, gâyesiz, hikmetsiz ve boşuna değildir.
Hak ve Adâlet
Yıl: 2007 - Ay: Haziran - Sayı: 256
Bütün insânî güzellik ve mükemmelliği ihtivâ eden ve insanın rûhunu fazîlette zirveleştiren İslâm ahlâkı, hak ve adâlette de müstesnâ bir öze, sarsılmaz bir temele sahiptir. Çünkü insanlığın huzûru, ancak hak ve adâleti tevzî etmekle temin edilebilir.
Hulefâ-i Râşidîn’den Hayat Düsturları -4- Hazret-i Ali-radıyallahu anh- (656-661)
Yıl: 2007 - Ay: Mayıs - Sayı: 255
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, kimseye nasîb olmamış bir mazhariyetle, Kâbe-i Muazzama içinde dünyaya geldi.1 Ailesi kalabalık olduğundan, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-onu himâyesine aldı. Beş yaşından itibâren Peygamber Efendimiz’in terbiyesi altında yetişti. Bu yüzden câhiliye döneminin kötü âdetleri ona hiç bulaşmadı. Çocuklardan ilk îmân eden kimse oldu.
Hulefâ-i Râşidîn’den Hayat Düsturları -3- Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- (644-656)
Yıl: 2007 - Ay: Nisan - Sayı: 254
Dört büyük halîfenin üçüncüsü olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e canıyla-malıyla hizmet etme ve O’na damat olma bahtiyarlığına ermiş güzîde sahâbîlerden biridir. Gerek Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- zamanında, gerek Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer döneminde, gerekse de kendi halîfeliğinde çok büyük hizmetler îfâ etmiştir.
Hulefâ-i Râşidin’den Hayat Düsturları -2- Hazret-i Ömer -radıyallahu anh-(634-644)
Yıl: 2007 - Ay: Mart - Sayı: 253
İkinci halîfe Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nurlu izinden giden, O’nun yolunu sadâkatle devâm ettiren, hâl ve davranışlarıyla âbideleşen örnek bir İslâm şahsiyetidir.
Hulefâ-i Râşidîn’den Hayat Düsturları -1-Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahu anh-(632–634)
Yıl: 2007 - Ay: Şubat - Sayı: 252
İnsanlık tarihinde, fazilet, adâlet, diğergâmlık ve yüce ahlâk bakımından en müstesnâ devir, hiç şüphesiz ki asr-ı saâdettir. Çünkü o mübârek devir, bütün âlemlerin yaratılış sebebi olan Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yaşadığı bir devirdir. O devir, O’nun feyz ve rûhâniyetiyle şekillenmiş bir devirdir. O devir, derin bir tefekkür iklîminde ve müşâhede makamında Allah ve Rasûlü’nü yakînen tanıma devridir.
Ehl-i Beyt Muhabbeti
Yıl: 2007 - Ay: Ocak - Sayı: 251
“Allâh Teâlâ’yı, sizi nîmetleriyle perverde kıldığı için sevin. Beni, Allâh’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i Beyt’imi de beni sevdiğiniz için sevin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3789)
Hz. Mevlânâ’nın Gönül İkliminden Hikmet Parıltıları
Yıl: 2006 - Ay: Aralık - Sayı: 250
-Dünya Mevlânâ Yılı Münâsebetiyle-

Hak dostları, îmânı aşkla yaşayan Peygamber vârisleridir. Onlar, Kur’ân ve sünnetten feyz alarak, gönüllerini güzel ahlâk ve davranış mükemmelliğine erdiren bahtiyarlardır. Hazret-i Peygamber ve O’nun güzîde ashâbını göremeyenler için, tâbî olunacak örnek şahsiyetlerdir.
Emsâlsiz Örnek Şahsiyetten Yüce Ahlâk Ölçüleri -3-
Yıl: 2006 - Ay: Kasım - Sayı: 249
Cenâb-ı Hak, bütün mahlûkâtı ve bilhassa insanı muhabbet meyliyle donatmıştır. İlâhî bir imtihan dershânesi olan bu âlemde, insan, muhabbetini Hakk’a ve hayra yönelttiği nisbette mânen seviye kazanır. Rûhun huzur ve sükûna kavuşacağı aslî ve nihâî muhabbet merkezi, onu kendi rûhundan insana lutfeden Allah -celle celâlühû-’dur. Bu yüzden nihâyeti Hakk’a varmayan, sonu O’na ulaşmayan, yanlış adreslerde aranıp çıkmaz sokaklarda hebâ edilen bütün fânî muhabbetler, rûh için beyhûde bir yorgunluk ve sıklet sebebidir.
Emsâlsiz Örnek Şahsiyetten Yüce Ahlâk Ölçüleri -2-
Yıl: 2006 - Ay: Ekim- Sayı: 248
Bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya ona nisbeti bulunan her şeye sirâyet eder. Meselâ mü’minler için, binlerce dağ arasında Uhud Dağı’nı farklı ve müstesnâ kılan, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ona olan husûsî muhabbetidir. Yine hicretten evvel sıradan bir şehir olan “Yesrib”i daha sonra “Medîne-i Münevvere” hâline getirip bütün ümmete sevdiren husus da, onun, Gönüller Sultânı Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbetiyle sırılsıklam yıkanmış mübârek bir mekân oluşudur. Gerçekten “Medîne-i Münevvere”nin, mü’minlerin gönlünde hiçbir şehirle kıyaslanmayacak derecede bir muhabbete mazhar olması, onun zikredildiği her an Peygamber Efendimiz’i hatırlatmasındandır.
Emsâlsiz Örnek Şahsiyetten Yüce Ahlâk Ölçüleri -1-
Yıl: 2006 - Ay: Eylül - Sayı: 247
Bir mü’minin, rûhânî vasıflarını tekâmül ettirerek kâmil bir hâle gelebilmesi, ancak Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbî hayâtından ve yüce ahlâkından nasiplenebilmesiyle mümkündür. Bu hâl, Fahr-i Kâinât Efendimiz’e duyulan muhabbet ve O’nun rûhâniyetine bürünebilme nisbetinde gerçekleşir.
Toplum ve İdareciler
Yıl: 2006 - Ay: Temmuz - Sayı: 245
Cenâb-ı Hak, halkettiği varlıkların husûsiyetlerine göre, onlara muhteşem bir hayat nizâmı ve toplum tarzı lutfetmiştir. Rabbimiz, maddî ve mânevî güzellikler ve istîdatlarla en mükemmel şekilde yaratılan insanın da, kâinattaki ilâhî azamet tecellîleri ve kudret akışlarının âhengine râm olmuş bir kalbî kıvâm ile yaşamasını arzu etmektedir. Nitekim âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Semâyı Allâh yükseltti ve mîzânı (ölçü, nizam ve dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (er-Rahmân, 7-8)
Sağlıkta ve Yeme-İçmede İsraf -7-
Yıl: 2006 - Ay: Haziran - Sayı: 244
Sağlık nîmeti, insanoğlunun kıymetini lâyıkıyla takdîr edemediği en büyük ilâhî lutuflardan biridir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“İki nîmet vardır ki, insanların çoğu onların değerini takdir edemez: Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak, 1) buyurarak bu husustakî umûmî gaflet ve ihmâle işâret etmiştir. Böylece biz ümmetini, sahip olduğumuz bu büyük nîmeti zâyî ederek neticede pişman olmaktan îkaz buyurmuştur.
Maîşet Temini ve İnfakta İsraf -6-
Yıl: 2006 - Ay: Mayıs - Sayı: 243
İlâhî bir imtihan gâyesiyle içinde yaşadığımız bu cihan, Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve azametinin hikmetli tecellîleriyle dolu olan sayısız nîmetlerle tezyîn edilmiştir. Bu nîmetler, Allâh’a kulluğa seviye kazandırabileceği gibi, -bunun zıddına- kulun gafleti netîcesinde bir fitne ve hüsran sebebi hâline de gelebilir. Hepsi birer ilâhî emânet olan bu nîmetleri aslî gâyeleri dışında veya nefsânî ve şeytânî gâyeler uğrunda hebâ etmek, büyük bir israf çılgınlığıdır.
Hazret-i Peygamber’e Muhabbetle İtaat
Yıl: 2006 - Ay: Mayıs - Sayı: 243
Muhabbet-i Rasûlullâh’ı yaşamayanlar, gerçek muhabbetin tadını alamazlar. Bezm-i Âlem Vâlide Sultan, Cenâb-ı Hakk’ın, bu âlemi nûr-i Muhammedî muhabbeti sebebiyle yarattığını ne güzel ifâde eder:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl…

***
Öyle Bir Rahmet Ki
Yıl: 2006 - Ay: Nisan - Sayı: 242
Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bütün âlemlere rahmet olarak gönderdi.

Öyle bir rahmet ki, her varlık O’nun hürmetine yaratıldı ve O’na olan muhabbeti nisbetinde Hak katında kıymet buldu.
Emsalsiz Örnek Şahsiyet Hazret-i Muhammed Mustafa ( sallallahu aleyhi vesellem )
Yıl: 2006 - Ay: Nisan - Sayı: 242
Nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akistir. Âlemde bir çiçek açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! O ki, O’nun hürmetine varız. O, solmayan, aksine gün geçtikçe tâzelik ve tarâveti daha da artan, serâpâ nûrdan ibâret bir gonca-i ilâhî...

***
Emânet Şuuru
Yıl: 2006 - Ay: Mart - Sayı: 241
Allâh’a îmân edenlerin umûmî bir ismi olan “mü’min” tâbiri, aynı zamanda Allâh’ın güzel isimlerinden biridir ve O’nun emniyet menbaı oluşunu, kullarına güven vermesini, onları emîn kılmasını ifâde eder. Peygamberlerini “emânet” sıfatıyla vasıflandıran, yâni onları güvenilir kılan da O’dur. Bu itibarla mü’min kimse de, îmân eden, emânet telkin eden ve güvenilir kimse demektir.

Kur’ân’a Karşı Mes’ûliyetimiz
Yıl: 2006 - Ay: Mart - Sayı: 241
İlâhî merhamete nâiliyet için Kur’ân’a edeple yaklaşmak, onu huşû ile dinlemek ve titizlikle yaşamak gerekmektedir. Ona dokunurken bedenî temizlik kadar kalbî temizlik de zarûrîdir.

***
Tefekkürde İsraf -5-
Yıl: 2006 - Ay: Şubat - Sayı: 240
Allâh Teâlâ, insanoğluna akıl, mantık ve tefekkür gibi husûsiyetler bahşetmiş ve onu diğer mahlûkattan üstün kılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün misâlleri akıl sâhiplerine hitâben beyân etmiştir. Kullarının dâimâ tefekkür hâlinde olmasını, bütün varlıklara hikmet ve ibret nazarıyla bakmasını murâd etmiştir. Bu sebeple âyet-i kerîmelerde defâlarca; “Akletmez misiniz?”, “İdrâk etmez misiniz?”, “Tefekkür etmeniz için”, “Umulur ki düşünürsünüz.”, “İbret alın!” gibi ifâdelerle biz kullarını her dâim tefekküre dâvet etmiştir.
Kur’ân ve Tefekkür
Yıl: 2006 - Ay: Şubat - Sayı: 240
Cihânın en hayırlı ve mes’ûd insanları, Kur’ân-ı Kerîm’in gölgesi altında yaşayan, onun hayat nûru ile nûrlanan ve onda fânî olanlar, yâni canlı bir Kur’ân hâline gelebilenlerdir.

***

Canlı bir Kur’ân olabilmek, Kur’ân’ı en güzel şekilde öğrenmek ve yaşamakla başlar.

***
Ahlâkî Kıymetlerde İsraf -4-
Yıl: 2006 - Ay: Ocak - Sayı: 239
Ahlâk, Allâh Teâlâ’nın biz kullarında görmekten râzı ve hoşnud olduğu güzel huylardan ibârettir. İnsanoğlunun en büyük mazhariyetlerinden biridir. Zîrâ; “Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanınız.” (Münâvî, et-Teârîf, s. 564) hadîs-i şerîfi mûcibince güzel ahlâk, Allâh’ın cemâlî sıfatlarının, mü’min gönüllerdeki tecellîleridir.
Kur'ân Hizmeti
Yıl: 2006 - Ay: Ocak - Sayı: 239
Toprak üzerinde gezip dolaşırken birgün gelip de o çiğnenen topraktan bir parça olacağımız gerçeğini kavrayıp hayâtımızı bu anlayışla tanzîm edebilmemiz için, Kur’ân’ın engin muhtevâsına îman ve muhabbet ile eğilmemiz şarttır.
Dostluk
Yıl: 2005 - Ay: Aralık - Sayı: 238
Dostluk, müsbet veya menfî vasıflardaki müştereklikten kaynaklanır.

***

İki din kardeşi, birbirini yıkayan iki el gibidir. Tıpkı Muhâcir ve Ensar gibi…

***
İlimde İsraf -3-
Yıl: 2005 - Ay: Aralık - Sayı: 238
Hayâtın; rûhâniyet, zarâfet, nezâket ve mânâ kazanıp güzelleşmesi, israf ve emsâli menfîliklerden uzak durmayı gerektirir. Zîrâ israf; fertte, âilede ve toplumda felâketin habercisidir.

İnsana bahşedilen bütün nîmetler birer emânettir. Bu emânetler, gerçek teslim mahallini bulamayıp nefsânî arzuların sultasında israf edilirse, Allâh -celle celâlühû- bereketi alır.
Zamanda İsraf -2-
Yıl: 2005 - Ay: Kasım - Sayı: 237
İnsanoğlunun gerek meccânen, gerekse çalışıp kazanarak nâil olduğu bütün nîmetler, Cenâb-ı Hakk’ın bir lutfudur. Zîrâ nîmetleri yoktan var eden de, onları elde etmek için kulun muhtaç olduğu istîdat ve kuvveti ihsân eden de, Hak Teâlâ’dır. Bu bakımdan insanoğlu, sâhip olduğu nîmetlerin, aslında sırf Allâh’ın bir lutfu olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Bunların, günün birinde hesâbı verilecek emânetler hükmünde olduğunun idrâki içinde yaşamalıdır. Zîrâ âyet-i kerîmede:

“Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve tekrar huzurumuza döndürülüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115) buyrulmaktadır.
Muhabbet
Yıl: 2005 - Ay: Kasım - Sayı: 237
Mü’minliğin kemâli muhabbettedir. Çünkü varlığın sebebi muhabbettir.

***

Var oluşun sebebi, “muhabbet” olduğundan, bu vasıf her canlıda doğuştan gelen bir temâyüldür. Bir akrebin yavrularını sırtında taşıması bile bu muhabbetin bir neticesidir.

***
Îman, Îtikad ve İbâdette İsraf -1-
Yıl: 2005 - Ay: Ekim - Sayı: 236
Rabbimizin kullarına lutfettiği bütün nîmetler O’nun rahmet, merhamet ve muhabbetinin âşikâr bir nişânesidir. Bu ilâhî ikramlar, kullara meccânen, yâni bir bedel ödemeden veya çalışıp hak etmeden, Cenâb-ı Hak tarafından ihsân edilmiştir. Allâh Teâlâ, âyet-i kerîmede:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lutuf olarak) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13) buyurmaktadır.
Seherler Ganimettir
Yıl: 2005 - Ay: Eylül - Sayı: 235
Olgunluğa erişmiş mü’minler için geceler, derûnundaki sükunet ve feyiz dolayısıyla müstesnâ bir ganimettir.

***

Herkes uyurken uyanık olmak, Mevla-yı Müteâl’in rahmet iklimine girmek, muhabbet ve merhamet meclisine dahil olan müstesna kullardan olmak demektir.
Îmânın Lutfettiği Huzur ve Teselli
Yıl: 2005 - Ay: Eylül - Sayı: 235
Cenâb-ı Hak, imtihân için gönderdiği bu cihân dershanesinde her insana birtakım imkânlar ve nîmetler verdiği gibi bazı mahrûmiyetler ve külfetler de yüklemiştir. Bu külfet ve musîbetler ne kadar ağır olursa olsun hakîkî bir mü’min, onları isyân etmeden sabır, tevekkül ve teslîmiyetle bertarâf etmenin gayreti içinde olmalıdır. Hem sıkıntı hem de rahatlık zamanlarında Cenâb-ı Hakk’a karşı “rızâ”, “tevekkül” ve “teslîmiyet” hâlinde bulunarak huzûr ve sükûn içinde bir kulluk ömrü sürmelidir.
Evlâd Mes’ûliyeti
Yıl: 2005 - Ay: Ağustos - Sayı :234
Dünyâ; nîmetleri, muhabbetleri, emel ve hülyâlarıyla önümüze serilmiş geniş bir imtihan sahasıdır. Mal, mülk ve evlâd gibi dünyâya âit kıymetler de, âhiret sermâyesi yapılmak gâyesiyle tasarrufu bize bırakılmış imtihan mevzûlarıdır. Dolayısıyla dünyânın imkânlarını âhiret saâdeti için bir vâsıta hükmünde tutmak zarûrîdir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Servet ve oğullar, dünyâ hayâtının süsüdür; bâkî kalacak olan amel-i sâlihler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (el-Kehf, 46)
Rasûlullâh’ın İzinde
Yıl: 2005 - Ay: Temmuz - Sayı: 233
Ashâbın Îman Heyecânı

İslâm’ın nûrunu, eşsiz güzelliklerini, bilhassa incelik ve zarâfetini yakından tanıyabilmek, ancak asr-ı saâdetin gönül iklîmine girebilmekle mümkündür.

Asr-ı saâdet; insanlığa hidâyet rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in yaşayarak şereflendirdiği bir devirdir.
Kur’ân-ı Kerîm’e Muhabbet ve Hizmet
Yıl: 2005 - Ay: Haziran - Sayı: 232
Kur’ân-ı Kerîm mü’minler için büyük bir hürmet ve muhabbet merkezidir. Çünkü o, bizim için bizâtihî Rabbimizin kelâmı ve aynı zamanda “hidâyet rehberi” olması dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ı hatırlatır. Bu sebeple de Kur’ân, “Rabbini tanıyan ve O’na muhabbetle yönelen” her gönülde engin bir muhabbet mevzuudur. Çünkü Muhammed ümmeti için en büyük ilâhî lutuflardan biri de Kur’ân-ı Kerîm’le şereflenmek olmuştur.
Toplumumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar
Yıl: 2005 - Ay: Mayıs - Sayı: 231
Cenâb-ı Hak, insanı kâinâtın en şerefli varlığı kılmış, yarattığı her şeyi de ona emânet etmiştir. Kendisine lutfedilen büyük bir salâhiyetle yaşayan insanın, Hâlık’ına karşı ciddî bir kulluk şuuru ve ihsân duygusu içinde bulunması zarûrîdir.
Muhabbet
Yıl: 2005 - Ay: Nisan - Sayı: 230
Muhabbet, fânî hayâtımızın tadı, neş’esi, huzur ve sürûrudur. Varlığın hamuru, muhabbet mayası ile yoğrulmuştur. Muhabbet istîdâdı, Rabbin kullarına en büyük lutuflarındandır. Bu bakımdan muhabbeti lâyıkına yöneltmek ve dostluğun hakîkatine ermiş gönüllerde kullanmak gerekir. Zîrâ muhabbetteki bu merhale, ilâhî muhabbete vuslatın bir basamağıdır. Fakat ne yazık ki insanların pek çoğu, ilâhî bir lutuf olan muhabbeti, fânî ve nefsânî arzular uğrunda hebâ etmektedirler.
Hak Dostlarının Gönül İklîminden Saâdet Damlaları-2- / Bir Günün Muhâsebesi
Yıl: 2005 - Ay: Mart - Sayı: 229
Cihânın en üstün varlığı olan insanın gerçek saâdeti; ruhlara ezâ ve ıztırap verecek pürüzleri bertarâf ederek, îman lezzeti ve ibâdetlerin huzuru ile dolu bir kulluk hayâtı yaşamasına bağlıdır. Bunun için de davranış mükemmelliği, incelik, zarâfet ve duygu derinliği gibi meziyetlerle müzeyyen bir ömür sürmelidir. Zîrâ ömür sermâyesi mahduttur. İnsan da başıboş bırakılmış değildir. İlâhî imtihân için bulunduğu bu dünyâda her fânî gibi birgün ölüm geçidinden âhiret âlemine intikâl edeceği muhakkaktır. Bu bakımdan insan, kendisine verilmiş olan emâneti zâyî etmeden, var oluş hikmetine ve insanlık haysiyetine yaraşır bir hayat yaşamalıdır.
Hak Dostlarının Gönül İklîminden Saâdet Damlaları -1- / Kalb-i Selîm
Yıl: 2005 - Ay: Şubat - Sayı: 228
İlâhî hikmetler dershânesi olan şu imtihan âleminde, Rabbimiz, biz kullarını hakîkate ulaştıracak birçok vesîleler lutfetmiştir. Birer hidâyet rehberi olan ilâhî kitaplar, peygamberler ve evliyâullâh, dâimâ insanlığı hak ve hakîkate sevk ederek Cenâb-ı Hakk’ın “cennet dâvetine” elçilik yapmaktadırlar. Zîrâ Rabbimiz: “Allâh, kullarını Dâru’s-Selâm’a (saâdet yurdu cennete) dâvet ediyor...” (Yûnus, 25) buyurmaktadır.
Saâdet Çağından Hâtıralar: TEBÜK
Yıl: 2005 - Ay: Ocak - Sayı: 227
Dünyâ misâfirhânesine gelen her fânî, kaçınılmaz ve mutlak bir hakîkat olan “ölüm”ü tatmak mecbûriyetindedir. Ölüm, fânî günlere vedâ ve ebedî âleme, yâni mahşer sabâhına intikâlin birleştiği noktadır. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Kabir, dünyâ konaklarının sonuncusu, âhiret menzillerinin ilkidir.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 63) buyurmuştur.
Hubb-i Riyâset ve İdârî Mes'uliyet
Yıl: 2004 - Ay: Aralık - Sayı: 226
İmtihan gâyesiyle dünyâya gönderilen insanın gerçek huzur ve saâdeti, ruhlara ezâ veren pürüzleri bertaraf edip ulvî duygularla îman şerefine mütenâsip bir hayat yaşamasındadır. Bunun için de, ebedî saâdeti gölgeleyen ve ruhları zehirleyen nefsânî sıfatlardan arınmak şarttır. Bunlar içinde ilk olarak ifâde edilmesi gereken; hubb-i riyâset, yâni baş olma sevdâsı, makam ve şöhret ihtirâsıdır.
Saâdet Çağından Hâtıralar -UHUD-
Yıl: 2004 - Ay: Kasım - Sayı: 225
İnsanın mayası, ilâhî bilgiler ve lâhûtî hakîkatlerle donanmış; varlık hamuru, dînî neş’elerle yoğrulmuştur. Bu sebeple Hakk’a îman ve îtikad, Âdem -aleyhisselâm- ile başlamış ve ilk insan, ilk peygamber olarak gönderilmiştir.
Neslin Korunması -2-
Yıl: 2004 - Ay: Ekim - Sayı: 224
Allâh’ın bir ibâdethâne olarak yarattığı bu cihanda, mânevî husûsiyetlerini, kulluk tezâhürlerini, insanlık şeref ve kıymetlerini kaybeden ülkelerin, cihan haritasından nasıl silindiklerini âleme ibret olmak üzere beyân eden Kur’ân-ı Kerîm, insanlara irşâd ışıkları tutarak ebedî saâdet yollarını aydınlatmaktadır.
Neslin Korunması -1-
Yıl: 2004 - Ay: Eylül - Sayı: 223
Adem -aleyhisselâm-’dan beri bütün peygamberler, neslin selâmeti için nikâh husûsunda büyük bir ciddiyet göstermişlerdir. Çünkü neslin muhâfazası, âile müessesesinin sağlamlığı ile mümkündür. Âile müessesesi içinde terbiye edilmeyen, nikâhın dışında oluşan nesiller; hayatın âhengini bozar, iç­timâî nizâmı temelinden sarsar ve anarşiye sebep olur. Nikâhın saâdetini, fuhşun murdarlığına değişmek kadar ahmaklık ve cehâlet olamaz!..
Nebevî Ahlâkın Sahâbedeki Tezâhürleri-2-
Yıl: 2004 - Ay: Ağustos - Sayı: 222
İmânın kemâli ve zirve noktası, güzel ahlâktır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bütün hâl ve davranışları, bir bakıma ahlâk nizâmından ibârettir.

Âlemlerin Rabbi, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i zâhiren ve bâtınen en güzel bir fıtratta yaratıp terbiye etmiştir.
Nebevî Ahlâkın Sahâbedeki Tezâhürleri -1-
Yıl: 2004 - Ay: Temmuz - Sayı: 221
İslâm dîninin en kıymetli asrı, hiç şüphesiz, cihânın nübüvvet nûruyla aydınlandığı “Asr-ı Saâdet”tir ki, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun güzîde ashâbı, o kudsî zamânın en kıymetli zînetleri olmuşlardır. Onlar, insan neslinin ulaşabileceği en son seviyeye nâil olmuşlardır.
Kur’ân-ı Kerîm Eğitimi
Yıl: 2004 - Ay: Haziran - Sayı: 220
Hayatta binbir imtihan hâdiseleriyle karşı karşıya olan insanoğlu, kendi iç âleminde ciddî bir şuur ve tefekkür iklîmine girmek zorundadır. İnsanın idrâk gücünü aşan ebediyet yolculuğunun muammâsını sırf âciz bir akıl ile çözmenin imkânsızlığı ise meydandadır. Bu yüzden hayatın bu girift imtihan yolculuğunda beşer idrâkinin, ilâhî beyanların irşadına şiddetle ihtiyâcı vardır.
Can ve Mal
Yıl: 2004 - Ay: Mayıs - Sayı: 219
“Allâh mü’minlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır...” (et-Tevbe, 111)

İmtihan için gönderildiğimiz şu fânî âlemde, insanoğluna lutfedilen kıymetlerin başında “can ve mal” gelir. Mü’minler, bu kıymetleri ciddî gâyeler ve ulvî idealler uğrunda kullanmaya mecburdurlar
Nebevî Ahlâk ile Ahlâklanmak
Yıl: 2004 - Ay: Nisan - Sayı: 218
“Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâb-ı Muhammed’e vuslattır. Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır.” (Hz. Mevlânâ)
Riyâsette Emânet ve Mes’ûliyet Şuuru
Yıl: 2004 - Ay: Mart - Sayı: 217
Allâh Teâlâ, kâinâtı ve içindekileri insana emânet olarak âmâde kılmış ve bunların tasarrufu husûsunda onu mes’ul tutmuştur. Servet, evlâd, sıhhat, makâm, mevkî gibi bütün nîmetler insana tevdî edilmiş emânetlerdir. İnsan, bu emânetlere titizlikle riâyet etmek mecbûriyetindedir. Emânetlere gereği gibi riâyet edip o nîmetlerin gerçek sâhibi olan Allâh’ın rızâsı istikâmetinde tasarrufta bulunmak, ilâhî rahmet, mağfiret ve bereketi celbetmenin en mühim vesîlelerindendir.
İhsân ve Murâkabe
Yıl: 2004 - Ay: Şubat - Sayı: 216
Tasavvuf; kulun her zaman ve mekânda Cenâb-ı Hakk’ın mânevî huzûrunda bulunmakta olduğu şuurunu hatırında ve gönlünde dâimâ canlı ve zinde tutmasıdır. Çünkü ancak bu şuur içinde olan has kullar, ibâdet, muâmelât, hissiyât velhâsıl bir ömrü kuşatan bütün davranışlarına îtinâ ederler. Her nefes:

“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” (el-Kâf, 16) âyetinin muhtevâsı içinde yaşarlar.
Hacc-ı Mebrur
Yıl: 2004 - Ay: Ocak - Sayı: 215
Hazret-i Âdem ve Havvâ -aleyhimesselâm- ile başlayan insanlık âilesi, dînî huzur ve saâdet iklîminde yaşamak üzere; bugün Mekke’deki Kâbe’nin yerini ilk ibâdethâne edinmişlerdir. Âdemoğulları değişen hayâtî ve ictimâî sebeplerle muhtelif beldelere yayılmış, aradan asırlar geçmiş, nesiller değişmiş, hak dînden sapmalar olmuş ve bir müddet sonra bu mukaddes mâbed kaybolmuştur. Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk’ın emriyle onu tekrar binâ etmiş ve duâsı ile o beldenin bereketlenmesine vesîle olmuştur.
Hazret–i Mevlânâ’nın Gönül Sadâsı
Yıl: 2003 - Ay: Aralık - Sayı: 214
İnsanlar vardır; daha yaşarken mâzi olmuşlardır. İnsanlar vardır; asırlar önce yaşamış olmalarına rağmen, gönüllere hayat bahşeden nefesleri bugün bile dipdiridir. Yâni onlar, üzerlerinden yüzyıllar geçse bile mâzi olmayanlardır.
Ramazân–ı Şerif
Yıl: 2003 - Ay: Kasım - Sayı: 213
Ramazan ayı, oruç ibâdetiyle birlikte, namaz, sadaka ve nefis mücâdelesi yoluyla güzel ahlâka nâil olabilmek için müstesnâ bir kazanç mevsimidir. Feyiz ve bereket dolu bir Kur’ân hayâtı yaşatması ile de, ayrı bir kıymeti hâizdir. Ramazan ayı, fânîlikten bekâya uzatılmış bir nevî fazîlet köprüsü mesâbesindedir.
Kur'an ve Tefekkür -3-
Yıl: 2003 - Ay: Ekim - Sayı: 212
İnsanı kullukla mükellef kılan Cenâb-ı Hak, gökte ve yerde ne varsa hepsini ona âmâde kılmış1 ve bu kulluğu bir duygu derinliği ile yaşayabilmesi için insanı tefekkür istîdâdı gibi kalbî hassâsiyetler ile tezyîn etmiştir. Yine insanın îmânda kemâle ererek vuslata nâil olabilmesi için de “Üsve-i Hasene”, yâni “en güzel bir örnek ve rehber şahsiyet” sûretinde peygamberler gönderme lutfunda bulunmuştur.
Kur’ân ve Tefekkür -2-
Yıl: 2003 - Ay: Eylül - Sayı: 211
İnsanoğlu; diğer mahlûkat gibi et ve kemikten ibâret bir vücud olmaktan ziyâde, bir îcad bedîası yâni sanat hârikasıdır ki, Rabbe vuslat istîdâdını Cenâb-ı Hak, ona nasîb etmiştir. Yaratılışındaki şeref ve haysiyeti koruyarak kemâle eren bir insan; ilâhî feyizlere mazhar, kevnî ve ilmî tecellîlere kaynak, hayırlara mecrâ, muazzam bir kıymettir. Zîrâ Rabbi onu “ahsen-i takvîm” yâni en güzel yaratılış vasfına erdirmiştir.
Kur'an ve Tefekkür -1-
Yıl: 2003 - Ay: Ağustos - Sayı: 210
Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî sıfatlarının bu âlemde kâmil mânâda üç tecellî mekânı vardır:

İnsan, Kur’ân ve kâinât...

İnsan, bütün esmâ tecellîlerinden nasîb almış bir varlık olarak âlemin özünü teşkîl etmiştir. Aynı esmâ tecellîlerinin kelâm hâlinde tecellîsi de Kur’ân’ı ifâde eder. Kur’ân, insana nazaran daha mufassaldır. Ancak özdeki beraberliğinden dolayı:

“İnsan ve Kur’ân, ikizdir…” buyurulmuştur.
Hakka ve Hayra Davet -2-
Yıl: 2003 - Ay: Temmuz - Sayı: 209
Allâh’ın kitâbını ve Rasûlullâh’ın sünnetini hayatımıza tatbik edebilmek için, hakkı tebliğ ve halka hizmet vazîfesinin gönlümüzde bir sevdâ hâline gelmesi zarûrîdir. Zîrâ bir müminin hayatı, hizmet ve tebliğ hayatı olmalıdır.
Hakka ve Hayra Davet -1-
Yıl: 2003 - Ay: Haziran - Sayı: 208
Akıl, idrak ve iz’an gibi fıtrî sermâyeleri ifsâd edilmemiş her insan, içinde yaşadığı hayat ve kâinâtı gönül gözü ile seyrettiğinde, onun boş, gâyesiz ve hikmetsiz yaratılmadığını kavramakta güçlük çekmez. Derin hikmetler ve ciddî gâyeler ile yaratılan insanın bu fânî dünyâda başıboş olmadığı açıktır. Zîrâ âyet-i kerîmelerde:

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder!” (el-Kıyâme, 36)
Âlemlere Rahmet
Yıl: 2003 - Ay: Mayıs - Sayı: 207
Hazret-i Âdem ve Havvâ -aleyhimesselâm- ile başlayan insanlık âilesi, dînî huzur ve saâdet gölgesinde yaşamak üzere; bugün Mekke’deki Kâbe’nin yerini ilk ibâdethâne edinmişlerdir. Hayâtî ve ictimâî lüzûm sebebiyle etrâfa yayılan Âdemoğulları, zaman zaman peygamberlerle irşâd olunarak dînî hayatı devâm ettirmişler ve bu sûretle ilâhî hakîkatlere sâdık kalmışlardır. Nihâyet, dünya gününün ikindisine benzeyen asr-ı saâdet gelmiş ve Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ile dînî hayat ilk başladığı yerde, son bir kemâl zirvesi göstermiştir. Artık zirve teşkil eden kemâl-i Muhammedî’den sonra kemâl tasavvuru muhaldir. Zîrâ Allâh’ın râzı olduğu dîn, İslâm olmuştur.
Örnek Bir Îmân Ehli Olmak!..
Yıl: 2003 - Ay: Nisan - Sayı: 206
Allâh -celle celâlühû- kullarını hidâyete erdirmek için kendi içlerinden sağlam karakter ve şahsiyet sahibi müstesnâ yaratılışlı sâlih insanları rehber olarak vazîfelendirmek sûreti ile kullarının seâdete ermesine yardımda bulunmaktadır.
Son Nefes -3-
Yıl: 2003 - Ay: Mart - Sayı: 205
Son nefes; buğusuz, berrak bir ayna gibidir. İnsanoğlu kendisini en net olarak son nefesinde tanır. Hayatın muhâsebesi, kalbinin ve gözünün önünde sergilenir. Bu sebeple insanoğlu için ölüm ânından daha ibretli bir manzara yoktur.
Son Nefes -2-
Yıl: 2003 - Ay: Şubat - Sayı: 204
Güzel bir kul olarak bu fânî âleme vedâ edebilmek için sayılı olan nefesleri son nefese hazırlamak zarûrîdir. Yâni mes’ud bir âhiret hayâtı için amel-i sâlihlerle müzeyyen, güzel, feyizli, huzurlu ve istikâmet üzere bir dünya hayatı elzemdir. Zîrâ hadîs-i şerîfte buyurulduğu üzere:

“Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, V, 663)
Son Nefes -1-
Yıl: 2003 - Ay: Ocak - Sayı: 203
Cenâb-ı Hak, bekâ sıfatını bu âlemde yalnız kendisine tahsis buyurmuştur. Onun için onun yüce zâtından başka her varlık fânîdir. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir...” (er-Rahmân, 26) buyurulmuştur.